27 Şubat 2011 Pazar

Hüseyin Ferhad Söyleşisinden Kısa Bir Bölüm

Can H.Türker- Sizde olduğu gibi Asaf Hâlet Çelebi’de de Doğu imgesi çok güçlü. Ayrıca mistik bir şair olduğunuz da söylenir. Sizin Doğu’nuzla Asaf Hâlet’in Doğu’su nerde kesişiyor? En azından siz ondaki Doğu imgesine bir yakınlık duyuyor ve kısmen de olsa şiiriniz için ‘mistik’ nitelemesini uygun buluyor musunuz?

–Hayır, Asaf Hâlet ne Doğulu bir gerçeküstücüdür, ne kalbini Uzak Asya mistisizmiyle sınayan bir mutasavvıf. Batı kültürüne vâkıf, Dîvan şiirine teşne, ismiyle müsemma bir Çelebi’dir. Bir ‘kalem efendisi’. Onun Doğu diye işaret ettiği “ışığın yükseldiği yer”dir: Hindistan, İran’ın öbür tarafı. ‘40’lı yılların iki cevval genç şairinden biridir Asaf Hâlet, diğeri Orhan Veli. He (1942) de Garip (1941) kadar önemli bir kitaptır. Herkesin Batı’ya, Fransa’ya, Antik Yunan’a baktığı bir devirde maalesef muhatabını bulamamıştır. ‘80 Sonrası Şiir lisanımızın bir hafıza etüdüdür, evet. Bencileyin hakirin de içinde bulunduğu bu dönem şiirinde Asaf Hâlet’i görebilmek mümkündür. Şunu da söylemem gerek: Mistik nitelemesi dahil, bir şaire, bir şaire yönelik tespit, teyid veya açımlamalar sahibine aittir. Sabit Kemal Bayıldıran’a, Adnan Satıcı’ya veya bir başkasına. Şair karşıt veya taraf olmaktan münezzehtir. Etik de değildir.

İkinci Yeni, şiirimizde bir köşe taşı kabul edilir. Ama siz yazmaya ilk başladığınız yıllarda İkinci Yeni’yi hayattan kopuk olmakla, aldatıcı olmakla suçladınız. Öte yandan bir röportajınızda İkinci Yeninin ‘70 Kuşağınca anlaşılmadığını da söylüyorsunuz. Bunu geriye dönük bir özeleştiri mi kabul etmeliyiz?

–Doğru veya yanlış, şair sözü müruru zamana uğramaz. Özeleştirinin de bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Şiir bir sanat disiplinidir, kişiye özel bir özgürlük alanı. Yazılan şiire, iddia sahibinin yazdığı şiire bakılır. İkinci Yeni Türk şiirinin nefesini açmıştır. ‘70 Kuşağı da anlayamamıştır onu, evet. Turgut Uyar’ın Toplandılar’ına, Edip Cansever’in Şairin Seyir Defteri’ne, Cemal Süreya’nın Beni Öp Sonra Doğur Beni’sine denk ürünler verirlerdi yoksa. Bu, ‘80 Sonrası Şiir için geçerli değildir. 12 Eylül bencileyin romantik devrimcileri kana, gözyaşına banmıştır. Ama şiir sudur, akar. Akmıştır.

Şiirinizle ilgili çeşitli dönemlendirmeler yapılıyor. Sabit Kemal Bayıldıran birinci döneminizi ‘sosyalist gerçekçilik’, ikinci döneminizi ‘boşlukta gezinme’, üçüncü döneminizi de ‘milliyetçilik’ olarak belirliyor. Böyle bir dönemlendirmeyi şiirinizin ya da kişisel dünya görüşünüzün tarihi açısından uygun görüyor musunuz?

Georges Politzer’in Felsefenin Temel İlkeleri’ne bakarak yapılan tasnif ancak bu kadar olabilir.

Türkiye’de darbelerin yol açtığı siyasî kırılmalar hem Türk şiirinin genel seyri açısından hem de kimi şairlerin bireysel serüvenlerini açıklama açısından temel olarak alınır. Gerçekten sizin şiirinizde de bu tür siyasî kırılmalar etkili oldu mu? Bir de bu açıklama tarzının uygunluğunu tartışır mısınız biraz?

–12 Eylül dahil hiçbir siyasî müdahale, askerî darbe Türk şiirinin paradigmasını, genel seyrini değiştirememiştir. Tevfik Fikret istibdat döneminde de, II. Meşrutiyet’te de aynı şiiri yazmıştır. Ahmet Haşim, Yahya Kemal II. Meşrutiyet’te de, Cumhuriyet’in ilanından sonra da aynı şiiri yazmışlardır. Benzeri şey Nâzım Hikmet, Ahmet Muhip, Orhan Veli için de geçerlidir. Cahit Külebi, Ahmed Arif, Behçet Necatigil, Attilâ İlhan, İkinci Yeniciler için de. Ancak hiçbir şairin serüveni, hatta akıbeti, bu çalkantıların dışında tutulamaz. Tutuklamalar, Sivas katliamı, intiharlar, işten el çektirmeler, alkolizm; her şair bir biçimde şiirinin diyetini ödemiştir. 12 Eylül ‘80 Sonrası Şiir’in miladıdır, evet. Bu tarihe bakarak bu dönem şiirini “dikta şiiri” saymak budalalık olur. Attilâ İlhan’ın Garip’i “İnönü diktasının şiiri”, İkinci Yeni’yi “Menderes diktasının şiiri” sayması gibi bir boşboğazlık. Korku beşerî bir duygudur. Anlık, günlük veya dönemseldir. ‘90’lı yıllarda (ki en önemli eserlerini bu yıllarda vermiştir ‘80 Kuşağı) bir korku silsilesinden elbette söz edilemez. Olsaydı, zaten yazılırdı. Genç kuşak daha ziyade İkinci Yeni’ye bakarak Türk şiir antologyasını dizlerine sermiştir, tekmil şiir antologyasını. Keyfiyet bundan ibarettir.

Kuşkusuz bu yanıtınız bir belirlenimciliğe itirazı içeriyor haklı olarak. Ancak darbeler ya da meşrutiyet, cumhuriyet gibi toplumsal hayata ciddi etkisi olan siyasi olaylar şiir paradigmasını belirlemediyse nasıl açıklamalıyız şiirsel paradigmanın oluşumunu, seyrini?

– Siyasal, toplumsal değişimler dönemin şiirini etkilemez mi? Şair de nihayet “bir insan”dır, toplumun bir üyesi. Acıtılanı, uykusu kaçırılanı… Mamafih konu, içerik şiirin sadece bir öğesidir. Biçimin önemini tartışacak değilim şimdi. Esinin, zekânın, sezginin neliğini. Şiir elbette siyasal tarih üzerinden okunabilir. Veya tam tersi: Şairin siyaset algısı, duruşu, toplumsal sorunlara ilgisi tartıya, metreye vurulabilir. Şiirin değerler dizisi başka bir şeydir ama. Bizatihi kendisidir, kendi dinamikleri. Bana göre, örneğin bir Behçet Necatigil’in, Turgut Uyar’ın, Attilâ İlhan’ın Divan şiirine ilgisi, poetikalarını 2000’li yıllara sıçratmıştır. En gençlerin üstüne.

Sanrım sizinle ilgili en olumsuz eleştiri Adnan Satıcı’dan geldi. “Taç Giyme Töreninde Skandal” adlı yazısında, ki yazının başlığı bile kinayelidir, şiirinizin poetik niteliğiyle ilgili değil, ama zihniyet dünyası ile ilgili ağır eleştiriler yöneltiyor. Sizi ırkçı, milliyetçi ve yayılmacı bir şair olarak okuyor. Bu okumasını,

“Turan fikri gözlerimi kamaştırır”

“Şu mancınıkla fırlat

eski zamanlara beni

Turan adında bir ülkenin

Payitahtına”

“Şu mancınıkla fırlat

eski zamanlara beni

Turan adında bir sultanın

tahtırevanına.”

gibi dizeleri, dörtlükleri alıntılayarak da gerekçelendiriyor. Şiirinizdeki bu tarz imgelemleri Satıcı’nın tam tersi yönünde okuyan eleştirmenler de oldu. Ancak çok önemsediğim bu hususu biraz deşmek istiyorum. Satıcı, sizde sosyalist ve Türkçü, ateist ve Müslüman, Marksçı ve halis bir Batı karşıtı, işgalci ve mazlum vb. zıt şeylerin aynı şiir ruhunda buluşup kaynaşmayı denediğini; yine sizin hem “ilerici” hem de cumhuriyetin ideolojisiyle sorununuz olduğunu, ama cumhuriyeti kuran kadroların millî mücadele gayreti karşısında da aşka benzer bir heyecan duyduğunuzu söylüyor. Öte yandan, “kültürel ilgi anlamında, sanırım, kuşağımızın en demokratik şiirini yazdı Hüseyin Ferhad” diyor. Ancak burada ben bir iltifat sezmiyorum. Aksine, sizin belli bir duruşunuz olmadığını, açıkçası hem zalimi hem mazlumu oynadığınızı ima ediyor. Şiir dilinizin de epikten öte şedit bir dil, yani bir şiddet dili olduğunu; dahası mazlum halklar retoriğine, ki bu solun temel retoriklerinden biridir, yüklediğiniz içli anlamla kolay kolay bağdaştırılamayacak arkaik bir yayılmacılığa özlem duyduğunuzu söylüyor. Şiirinizle ilgili bu iddialara ne diyeceksiniz? Şair Hüseyin Ferhad “Barbarlığının gerekçesini mazlumluğunda” arayan biri midir, kimdir o?

– Behçet Necatigil’in “Kitaplarda Ölmek”ini bilirsin. Akla ziyan şiirlerdendir. Ne zaman okusam içimi titretir: “O şimdi kitaplarda/ Bir çizgilik yerde hapis,/ Hâlâ mı yaşıyor, korunamaz ki,/ Öldürebilirsiniz.” Öldürebilirsiniz onu, evet. Ama öldürdüğünüz sadece sizin şair algınızdır. Size ait Behçet Necatigil imgesi. Adnan Satıcı ardında nidalar, arkadaş ıslıkları bırakarak uçmağa varmıştır. Poetik kaygılarını, izlenimlerini seslemekten de imtina etmemiştir. ‘80 Sonrası Şiir politik bir problematik olarak pek tartışılmamıştır; tutarlı veya çelişik, takdir Tarih’e aittir, Adnan Satıcı’nın mezkûr yazısı bu mealde bir çalışmadır. Benzeri bir makale de Yaşar Güneş yazmıştı: Adam Sanat’ta, 1996’da. Dediğim gibi, şairin kendine ‘dışardan bakma’, şiirinin önünde durma, yorumlara, eleştirilere derkenar çıkma hakkı yoktur. Hiç değilse benim indimde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder