(fatih özgüven röportajından bir bölüm)
fatih özgüven-başak deniz özdoğan
fatih özgüven-başak deniz özdoğan
- Hem kurmaca yazılarınızı hem de diğer yazılarınızı okurken hep aynı hisse kapıldığımı ve yazılarınızın tam da o hissi vermek üzerine kurulu olduğunu fark ettim. Küçük ayrıntılar, anlar, ufak bir çıt sesi, bir bakış, duruş, içimizden bir an geçip sonra sönen istekler, tüm bunlar hep daha büyük anların hem habercisi hem de kurucusu gibi duruyor. Mikroskobik bir bakış var yazılarınızda. Ayrıntılar tüm bir hikâyeyi örüyor. Hikâyelerin kahramanlarını dahi ufak ayrıntılarla tanıyoruz. Bir röportajınızda da, edebiyatın sinemadan ve müzikten ayrılan en önemli yanı bu, diyorsunuz. Ufak bir detaydan bir dünya kuruyorsunuz. Edebiyatın bunu yapabilmesini sağlayan ne sizce? Onu diğer sanatlardan ayrı tutan şey nedir? Bununla bağlantılı olarak sinemanın edebiyata göre daha geniş bir görüye sahip olduğunu ve büyük görüntüyü edebiyata göre daha iyi yansıtan bir sanat olduğunu söylüyorsunuz. Büyük şeyleri anlatmak artık edebiyatın meselesi olmamalı mı sizce?
Hayır, anlatmaya niyetlenen bir edebiyat da var hâlâ. Beni o edebiyat bugün çok fazla etkilemiyor ama. Mesela eskiden sinemanın olmadığı zamanlarda Tolstoy, Stendhal -çok severim Stendhal’ı- gibi adamlar buna niyetleniyorlar ve anlatıyorlardı da tabii. Ama onların da ayrıntıya çok indikleri, ayrıntıda güzel oldukları yerler var. Mesela Anna Karenina’da Levin’le bir kızı birleştirmeye çalışırlar. Onları kaynaşsınlar diye piknik gibi bir şeyde bir araya getirirler. Sohbet ederler ikisi, çiçeklerden bahsederler falan; fakat tam da yakınlaşamazlar. Mesela bu çok güzel bir sahnedir. O koca romandan benim en çok hatırladığım bu. Benim için edebiyatta ilginç olan ayrıntı. Edebiyata düşen en büyük görevin bu olduğunu düşünüyorum ama hani edebiyatın tarihigörevi budur gibi bir şey de demiyorum. Sinemanın ya da müziğin çok yapamadığı bir şey ayrıntı. Yapmaya vakit bulamadığı bir şey. İki-iki buçuk saatlik bir filmde, mesela o Tolstoy’daki gibi küçük bir sahneye vakit ayırmak çok zor ve bunu tadında yapmak lazım. Buna müsaade etmez öyle bir film. Ama edebiyat eder. Ayrıntıları çok severim. Ayrıntılardan bütüne varmak mesele aslında. Yoksa ayrıntıları sırf ayrıntı fetişizmi olsun diye ıncık cıncık anlatmak değil. O tarz edebiyat da var. Mesela Alain Robbe-Grillet ve Yeni Roman gibi örnekler. Onları da severim fakat mesele bir bütüne varmak, bir his, bir duygu durumuysa ya da bir manzaraysa ona varmak, ayrıntıyı bu anlamda kullanıyorum.
Haksızlık etmeyeyim, bir şeyi uzun uzun tasvir etmek kendi başına da güzel bir şeydir.
- Bu belli oluyor zaten. Mesela, Esrarengiz Bay Kartoloğlu’nda Vecit Kartaloğlu’nun dudaklarının inceliğini tasvir edişiniz...
Tam da o özelliğine dikkat etmemişizdir ama o küçük şeyi çıkartıp göz önüne koymak önemli bir iştir. Tabii mesela zayıf ifadeli dudak da insana dair bir şey der. Biri çok güzel ya da yakışıklıdır ama zayıf ifadeli dudakları vardır; bütün güzellik ya da yakışıklılık duygusu kaybolur. Geçen gün Coco Chanel (Yön: Anne Fontaine, 2009) filmini gördüm, Audrey Tautou oynuyordu. Kız gülerken -daha evvel hiç görmemiştim bunu ve güzel de bulmam o kızı- dudağı hafifçe yukarı doğru kıvrılıyor, çok güzel. Bütün filmi buna dikkat ederek seyrettim.
- Tam bununla ilgili, “Akıllı Şey”de “insanları asıl görüşümüz ikinci görüşümüzdür” diyorsunuz. Yerüstünden Notlar’a da Oscar Wilde’dan bir alıntıyla başlıyorsunuz: “Ancak sığ insanlar, dış görünüşe bakarak karar vermezler.”
İkinci görüşümüzde karşımızdaki kişi normalleşir. İnsanların kendilerini nasıl sunmak istedikleri birinci görüşte söz konusudur. İnandığım bir şey o. Mesela Karen Blixen’in şu lafı: “En derin şey yüzeylerdir.” Gemilere sesleniyor: “Ne mutlu size ki yüzeylerde yaşıyorsunuz, asıl derinlik yüzeylerdedir.” Evet, yüzey çok detaylı bir şey. Derine dair çok şey anlatan bir şey bana kalırsa.
(Söyleşinin tamamını yeniyazı'nın 4. sayısında bulabilirsiniz.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder