5 Mart 2010 Cuma

ben ve zombiler...

04.02.2010 radikal

fatih özgüven

Salı gecesi kanal zaplarken baktım dergi çıkarmaya çalışan gençler rolünde Berrak Tüzünataç ve kızlı oğlanlı bir grup. Sinemaya gitmeye karar verdiler, 80’ler ortası olmalı; aniden Berrak Tüzünataç, ‘Muhsin Bey’e gidelim, Fatih Özgüven pek beğenmemiş ama Şener Şen için yazılmış en iyi rol diyor,’ dedi. Hatırlamıyorum o yazıyı, Yeni Gündem’de yazmışım herhalde ama fikir doğru, öyle demişimdir. Hele ‘Kıskanmak’daki gayretlerinin yeterince takdir edilmediğini düşündüğüm aktrisin ağzından duyunca hoşuma gitti bu ‘dönem’ şeysi. Gene de, boşandığı hain sırıtışlı kocası Melis Birkan’ın elinden çocuğunu alırken başka kanala zapladım. Dizi seyredemiyorum. Ama bir hoş oldum. Yeni Gündem bürosu aklıma geldi. (Orayı merak edenler Şerif Gören’in
‘On Kadın’ın da Türkan Şoray’ın gazeteci rolünde olduğu bölümü seyredebilirler, filmi nereden bulurlar bilmem.)
Yattım; rüyamda, gün boyu birtakım ufak tefek arızalar için uğradığım hastane ve doktorları gördüm. Rüyamda bir doktor arkadaşım bana ortopedist randevusu ayarlamaya çalışıyordu. ‘Hmm,’ dedi, ‘falan filan doktor en iyisi ama seni tanıyor ve ‘Sonbahar’ hakkında yazdığın yazı yüzünden sana kızgın.’ ‘Yani?’ ‘Ona gitmesen daha iyi.’ Hay Allah. Uyanınca Yeniyazı dergisinin bu ay bana ayrılan sayısı aklıma geldi. Ümit Ünal, 80’lerden bugüne yaptıklarım ettiklerim konusunda bir hayran raporu çıkarmış (bir Berrak Tüzünataç etkisi; insan kendisi söyleyemez böyle şeyleri) fakat ona okur olarak son zamanlarda yaşattığım hayalkırıklıklarından mustarip. Yazılardaki genel fikir Emre Ayvaz’ın güzel buluşuyla, okurda ‘sanki filme beraber gitmişsiniz de o perde iner inmez sizi unutup önden çıkmış’ hissi uyandırışım. Doğru, okurla fazla ahbap olursanız yazı yazılmaz.
Yeşim Tabak ise, aynı havai dalga uzunluğunu tutturduğumuzdan olacak, böyle görünmekle birlikte aslında hep ‘orada olduğuma’ işaret etmiş, ‘cemaat insanı değil ama cemiyet insanı’ olduğumun altını çizmiş. Cemiyet deyince; zombi filmi ‘Ada- Zombilerin Düğünü’nün bir sahnesinde de rol alacaktım fakat o gece fırtına çıktı. Gidebilsem, filmin kimbilir hangi sahnesinde ısırılacak ve filmdeki en kıdemli kurban olacaktım. Çoğu yarı yaşımdaki kurbanların bir sürüsünü tanıyor olmak eğlenceliydi: ‘Aa, halay çeken kızla kocasını tanıyorum, sonradan zombi olan damat da meğerse...‘
‘Ada’nın en iyi tarafı, biraz tenha görünüşlü düğün sahnesini uzatmadan zombi saldırısını başlatması. Zombi saldırısının nedeni de hiç açıklanmıyor, böylece olay İstanbul’daki herhangi bir aksilik, trafik ya da domuz gribi gibi bir şey oluyor. Filmde, bizim dini korku filmlerindeki manevi açıklamalara da, Amerikan filmlerindeki John’la Mary’nin küçük oğulları Vincent’de tecelli eden (Protestan) musibet fikrine de katlanmak zorunda kalmıyoruz. ‘Ada’ daha çok zıvanadan çıkmış bir düğün videosunun cazibesine sahip. Bu nedenle de sinemayla ilgilenen yeni kuşakların sevdikleri ‘B filmi’ esprisine taze bir yorum. ‘Ada’ya ilişkin olarak bir ‘tür’den bahsedeceksek, yaşayan ölülerden çok, çoğu üniversite eğitimi görmüş, hayatta değişik yapmak isteyen genç profesyonel ya da yarı profesyonellerden bahsetmemiz gerekecek; filmin yapımına vs. katkıda bulunanlar da onlar. Bu çizginin, yakın bir gelecekte, muhtemelen giderek büyüyecek sermaye imkanları ve yapım alternatifleri ile yeni Türk sineması ‘lezzet’inin bir kısmına hakim olacağını tahmin ediyor ve sonuçları merak ediyorum.
Beyoğlu’nun çocukluğumun sinemalarını hatırlatan samimi sineması Majestik’deki Pazar 19:30 seansında, salonda perdede gördüğüm kurbanların canlı karşılıkları vardı ve filmin niyet ettiği esprilere gülüyorlardı. O grup Majestik’e pek rağbet etmez, daha önemlisi sıkı bir ‘alaylı damar’ın hüküm sürdüğü sinemamızda okumuş çocukların proje kıvamındaki işleri pek birebir karşılığını bulmaz. Bu bakımdan, sevdiğim ve tanıdığım kurbanların ötesinde, ‘Ada’yı ilginç bir başlangıç sayıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder