(ülkü tamer röportajından bir bölüm)
ülkü tamer- gökhan arslan/ ramazan parladar
- 60’lı yıllarda ardı ardına çıkardığınız kitaplarla İkinci Yeni’den de beslenerek kendinize özgü bir dil oluşturdunuz. Halk geleneğinden gelen tavrınızla beraber, çağın getirdikleriyle de yakından ilgili oldunuz hep şiirlerinizde. Fakat edebiyat çevrelerinde dikkat ettiğimiz bir şey var. Özellikle genç kuşak, bestelenen şiirlerinizden olsa gerek, sizi yalnızca isim olarak biliyor. Bunun nedeninin de belli bir dönemden sonra kitap yayımlamamanızdan ve dergilerde görünmemenizden kaynaklandığını düşünüyoruz. Bir şiirinizde “Hatırlamak, en büyük düşmanıdır yalnızlığın” diyorsunuz. Bu dizeden hareketle şunu sormak istiyoruz: Gerçekten hatırlanmak mı istemiyorsunuz, yoksa yeni şiirleriniz var da biz mi okuyamıyoruz?
Ben çok sık yazan bir şair değilim. Geçmişte de iki şiir arasına yıllar girdiği dönemler oldu. Aynı şiiri yinelemek, belirli dönemlerde “yinelemek” yerine “yenilemek”i yeğledim. Hep acemiliği, onun tadını, coşkusunu yaşamak istedim. Kimi şairler vardır, aynı şiirin sanki kopyalarını üretirler boyuna. Ben bir çizgiye ulaştığım zaman yeniden başlamayı seçiyorum. Evet, bir süredir şiir yayımlamıyorum. Ama yazılmış dizeler, taslaklar var. Onları yakında bir kitap olarak yayımlamayı umuyorum.
- Şiir serüveninizin ilk dönemine ilişkin Turan Karataş’ın ciddi eleştiriler yönelttiği bir yazısı var. Bu yazıda Karataş, sizi ilk dönem şiirlerinize bakarak “şiire geç varan bir şair” olarak niteliyor. Mehmet Can Doğan da sizin şiirinizi irdelediği “Yanardağın Coğrafyası: Ülkü Tamer” adlı yazısını iddialı bir cümleyle bitiriyor: “Ülkü Tamer’in şiiri bilene derstir; başladığı ve geldiği yer bakımından elbette.” Bu iki görüşe de katılmadığımızın altını çizerek söyleyebiliriz ki ilk kitabınız Soğuk Otların Altında başarılı bir ilk kitap olmanın ötesinde, diğer kitaplarınız arasında da en önemlilerinden biri. Bu düşünceyi temellendiren bir yazının da gerekliliğini vurgulamak isteriz (ki içimizden birinin yerine getireceği bir vaat olsun bu). Şimdi sizden istediğimiz ilk döneminize, özellikle de Soğuk Otların Altında kitabına baktığınızda neler düşündüğünüz…
Yazılması gereken şiirlerdi onlar diye düşünüyorum. Söz gelimi, bugün okumak bile istemediğim bir eski şiirim olmasa, bugünkü şiirimi yazamazdım. Her şair etkilerle başlar yazmaya. Ben de ilk dizelerimi kurmaya oturduğumda, yerli yabancı birçok şairin etkisindeydim. Önemli değil bu. Önemli olan, yıllar içinde kendi sesini kazanmak.
- Yıllar önce Mehmet Kaplan “Yazın Bittiği” adlı şiirinizi incelemiş ve bu şiirdeki kimi bağdaştırmaların sembolik nitelikler taşıdığını belirterek sizin Dev-Genç’e dair birtakım göndermelerde bulunduğunuzu belirtmişti. Sizse Yaşamak Hatırlamaktır’da bu şiirin Dev-Genç’in kuruluşundan tam sekiz yıl önce yazıldığını “hatırlattınız”. Kaplan’ın yazısının yer aldığı Şiir Tahlilleri adlı kitabı yıllardır İstanbul Üniversitesi ve bu ekole bağlı pek çok üniversitede ders kitabı olarak okutuluyor. Bu kitabın hâlâ birçok okulda mutlak ve tartışmasız bir metinmiş gibi okutulması üzerine sayfalar dolusu söz söylenebilir; ancak biz o yıllardaki edebiyat ortamını sormak istiyoruz. O yıllarda ideolojinin hizmetinde yapılan eleştiriyi değerlendirebilir misiniz?
Bence önyargılardan yola çıkılarak yapılmış, “nesnellik” uydurmacası altında yazılmış bir yazıydı o. Yeri de, ciddi olduğu varsayılan “bilimsel” bir kitap değil, bir gülmece dergisinin sayfalarıydı.
- Bu durumla ilişkili bir başka soru: 80’li yıllardan itibaren şiire dair algı değişti. İkinci Yeni esintili bu dönemde, ideolojinin yerini şiirin kendisi aldı. Değerlendirmeler, eleştiriler, oluşum ya da öbeklenmeler hep şiir eksenli oldu. Birbirinden çok farklı düşüncelerin temsilcisi olan şair-yazarlar ortak dergiler çıkardı. Siz İkinci Yeni’nin şiirsel iklimini solumuş bir şair olarak, bu iki farklı algının hangisini benimsiyorsunuz; şiire bakış nasıl olmalı ve şiir eleştirisi nasıl yapılmalı?
İkinci Yeni “ortak” bir şiir olarak başladı. Şairler birbirlerinden esinlendiler hep. Sözgelimi, Cemal Süreya “Gibi bir Erzurumlu” diye bir dize mi yazdı, başka şairler de başladılar “Gibi bir”e… Sonradan herkes kendi sesini buldu. İkinci Yeni akımının getirdiği zenginliklerden, kaynaklardan yararlanarak kendi özgün şiirini yarattı. Kaçınılmaz bir şey bu.
(Söyleşiyi gerçekleştirdiğimiz sırada Ülkü Tamer sağlık sorunları nedeniyle hastanede bulunuyordu ve buna rağmen bizi kırmadı, sorularımızı cevapladı. Kendisine çok teşekkür ediyor ve acil şifalar diliyoruz.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder