yeniyazı

24 Nisan 2010 Cumartesi

püfffff..... yeniyazı'nın yeni sayısı ne zaman çıkıyor acaba?


Gönderen BDÖ zaman: 11:01 2 yorum:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş
Etiketler: 6. sayı
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa
Kaydol: Kayıtlar (Atom)

Yeniyazı Abonelik

Yılık abonelik (6 sayı için); Yurtiçi: 40TL, Yurtdışı: 50 $/35£ Kamu Kuruluşları, Kurumlar ve Kütüphaneler: 60 TL.
Posta Çeki: 5888492, Ramazan Parladar adına.
Banka Hesabı: Erkan Irmak adına, Garanti Bankası Ortaklar Caddesi Şubesi, 357-6673455 nolu hesaba. IBAN: TR19 0006 2000 3570 0006 6734 55

Bu Blogda Ara

İmkânsız Özerklik-Yalçın Armağan

İmkânsız Özerklik-Yalçın Armağan
Türkçe şiirin en çok tartışılan dönemlerinden biri olan İkinci Yeni’ye odaklanan İmkânsız Özerklik’te, 1950’li yılların ikinci yarısında Türkçe edebiyatta yaşanan “modernist” dönüşümü anlamak için bu edebiyata verilen tepkilerin nedenlerini sorguluyor. İkinci Yeni’nin özerk bir şiir dili inşa etmesinin bu şiire gösterilen direncin asıl nedeni olduğunu iddia eden Yalçın Armağan, özerklik karşıtlığının hangi saiklerle ve nasıl şekillendiğini araştırıyor. Türkiye modernleşmesinin ilk döneminden başlayarak, kendi hassasiyetleri nedeniyle, edebiyatın ve daha özelde şiirin özerklik karşıtlığı ile kendini var etmeye çalıştığını ileri sürerken, bu karşıtlığın inşası sırasında hangi taktiklerin geliştirildiğini belirlemeye çalışıyor. İmkânsız Özerklik, İkinci Yeni üzerine çalışanların kendilerini 1950’li yıllarla sınırladığı ve bu şiiri genellikle Batılı referanslarla anlamaya çalıştığı bir ortamda, İkinci Yeni’yi Tanzimat’tan günümüze Türkiye modernleşmesine özgü hassasiyetler açısından yorumlamayı deniyor. Richard Rorty’nin “Bizi olanaklı kılanlar neyi olanaklı kılmakta olduklarını bilemezlerdi” sözüne bağlı kalarak , “bugün”ün içindeki “dün”ün ayrıştırılması ve bu sayede “bizi olanaklı kılan”ın ne olduğunu göstermeyi hedefliyor.

Kayıp Destan'ın İzinde-Erkan Irmak

Kayıp Destan'ın İzinde-Erkan Irmak
Nâzım Hikmet, Cumhuriyet döneminin tamamına damgasını vurmuş en önemli edebi ve siyasi şahsiyetlerden biri. Şiirleri, hem getirdiği biçim hem de seçtiği içerikle kuşaklar üzerinde bugün dahi etkisini sürdürüyor. Ancak Nâzım Hikmet şiirleri üzerine etraflı incelemelerden halen yoksunuz. Erkan Irmak, Kayıp Destan'ın İzinde başlıklı çalışmasında bu meşakkatli işin bir kısmını üstlenerek şairin Kuvâyi Milliye ve Memleketimden İnsan Manzaraları eserlerini ele alıyor. Destan'ın yazıldığı koşulları, bu koşulların etkisiyle şairin yaşamı arasındaki bağı, Memleketimden İnsan Manzaraları'na uzanan süreçte Nâzım Hikmet'in şiirlerinin "modern epik" formuna nasıl kavuştuğunu inceliyor ve bu şiirlerin edebiyat tarihi ve edebiyat eleştirisi açısından nasıl değerlendirilebileceğini gösteriyor. 2009 Memet Fuat Eleştiri/İnceleme Ödülü'ne de layık görülen Kayıp Destan'ın İzinde, Nâzım Hikmet'i ve şiirini "okumak" için de kapsamlı bir çerçeve çiziyor.

5 yılda, Pele’nin hayatı boyunca attığından daha çok gol attım”

5 yılda, Pele’nin hayatı boyunca attığından daha çok gol attım”
30 Ekim 1960’ta dünyaya gelen futbol mucizesi Diego Armando Maradona henüz 12 yaşındayken bir futbol efsanesine dönüşmüştü. 1969 yılında formasını giymeye başladığı Argentinos Juniors’un altyapı takımı olan Los Cebollitas’ta (Küçük Soğanlar) kırılmadık rekor bırakmadı. Maradona’lı Küçük Soğanlar uzun zaman yenilmeyerek önce Arjantin sonra da dünya çapında meşhur oldu. Tabii ki herkesin konuştuğu isim Diego Armando Maradona’ydı. Küçük Soğanlar formasıyla döktürmekten fırsat buldukça A takım maçlarında top toplayıcılık yapan Maradona, devre aralarında topla hünerlerini sergiliyor, çoğu zaman büyüklerden daha çok ilgi görüyordu. 20 Ekim 1976’da 15 yaş 355 günlükken A takım formasını giyen El Diego o güne kadar en genç yaşta oynayan oyuncu oldu. Bu rekor şimdilerde damadı Sergio Agüero tarafından kırılmış olsa da, asıl adı Chicago’lu anarşistlerden gelen Argentinos Juniors’un yeri Maradona için hep özel kaldı. Bu kadar yetenekli olmasında her zaman Argentinos altyapısında geçirdiği günlerin çok önemli olduğunun altını çizen Maradona, Pele ile arasındaki “Dünyanın en büyük futbolcusu kim?” tartışmasına da son noktayı Argentinos günlerinden yola çıkarak koyuyor: “İstatistikleri tutulmadı ama ben o 5 yılda Pele’nin hayatı boyunca attığından daha çok gol attım.” (Ali Ece'nin yazısından)

Murat Belge Söyleşisi

Murat Belge Söyleşisi
– 1969 yılında Halkın Dostları dergisini çıkaranların arasında sizin de adınız var. Buna rağmen bu dergiyle ilgili sonraki yıllarda yapılan çalışmalarda İsmet Özel ve Ataol Behramoğlu’nun adının öne çıktığını, hatta bu derginin çıkışında sizin de olduğunuzun pek çok kişi tarafından bilinmediğini görüyoruz. Siz de bu konuda söz alma ihtiyacı hissetmediniz. Bu durum, rastlantısal mı, yoksa sizin tercihiniz mi?--------------- Halkın Dostları’nın çıkışında benim bir katkım yoktu. İngiltere’deydim. Bu iki ismin yanında Süreyya Berfe ve Özkan Mert var. Bunlar Ant dergisinde bir konuşma yapıyorlar: “Gerici şiir” falan diye bir şeyler söylüyorlar. İsmet’le Ataol da Ankara’dalar. Özkan Mert de muhtemelen öyle. Süreyya İstanbul’da. Aralarında birtakım konuşmalar olmuş olabilir. Ben İngiltere’deyken bana bir mektup geldi. “Biz böyle bir dergi çıkaracağız, senin de kurucular arasında olmanı istiyoruz,” diye. Galiba İsmet yazmıştı. Ben önce mırın kırın ettim. Benim de aklımda bir dergi projesi var, ama ağırlıklı edebiyat değil, dedim. Onlar da ısrar etti, arkadaşlarım diye kabul ettim, ama daha başından itibaren biraz içim “vıkvıklanarak” kabul ettim. Daha başından beri devrimci şair çıkışının çok iyi olduğunu düşünmüyordum. Devrimci şair çıkışının istese de istemese de hedef alacağı kişiler benim Türkiye’de en iyi şiiri yazdığına inandığım şairlerdi: Edip, Turgut vd. Nitekim derhal onlara yöneldiler. Doğru düzgün şiir yazmayıp da “devrimci sıfat”ı takıldığı için -öyle bir grup insan vardır- şair olanlardan değiliz, dediler. Asıl kavga İkinci Yeni’yle. Bu da kaçınılmazdır: Niye üçüncü sınıf adamla kavga edeceksin. Birinci sınıf adamla kavga ediyor. Benim orada yazdığım yazılar zaten aklımda olan yazılardı; Namık Kemal, Mehmet Rauf gibi. Ama böyle bir derginin öncelikle ihtiyacı olan yazılar değildi. Bunu bile bile yazıp gönderdim. Onların “bunlar bize uymaz” diyecek halleri yoktu. Ben de bir miktar madem beni çağırdınız, ben de kendi aklımdaki dergiyi içine sokuşturacağım gibi bir şey düşündüm ve hep öyle yazdım. Onlar “barikatlar” falan yazdılar. Nihat derginin militanı olarak arkadan geldi. Epey de sırtlandı dergiyi. Burada dediğin gibi “aman ben halkın dostları içinde vardım, beni nasıl unutursunuz,” demek gereği de duymadım. Bu da bilinçli bir tavır denebilir. Gerçi benimle uzun konuşmalar yapıldı. (Söyleşen: Yalçın Armağan)

Bektaş Avcılı'nın 10 Numara Yazısı

Bektaş Avcılı'nın 10 Numara Yazısı
Çok değil; Diego Armando Maradona (1961) doğduktan yalnızca üç yıl sonra, yani sokaklarda yavaş yavaş top sektirmeye başlamışken, ünlü Macar yönetmen Zoltán Fábri, Két Félidö a Pokolban / Cehennemde İki Devre adıyla çektiği filmde, bir Nazi toplama kampındaki Yahudilerin isyanını bir futbol maçı ekseninde anlatmıştı. Nazi subaylarıyla, sırf Naziler eğlensin ve kendilerini tatmin etsinler diye girilen ‘futbol savaşı’nda, Yahudiler maçı kazanınca, ne yazık ki bunun bedelini canlarıyla ödemişlerdi. Bu filmden tam 11 yıl sonra, yani 1983’te, yine aynı filmi, film-noir’ın efsane yönetmeni John Huston, biraz da değiştirerek, Victory / Zafere Kaçış adıyla yeniden uyarladı. Üstelik bu filmde Pele’den Bobby Moore’a, Osvaldo Ardiles’ten Paul van Himst’e ve Kazimierz Deyna’dan Mike Summerbee’ye kadar birçok ünlü futbol yıldızını da görmek mümkündü. Maradona’nın hem yaşı, hem de görebilme olasılığı bakımından ilk filmi izleyebilmesi ne kadar zorsa; sık sık televizyonlarda yayınlanması ve futbol-sinema ilişkisinde her daim referans olarak gösterilmesi nedeniyle, ikinci filmi izleyebilmesi de o kadar olası. Bu noktada, Maradona’nın ikinci filmi izlediğini varsayarak, Pele’yi gördüğünde aklından geçenleri düşünmemek elde değil. Brezilya’nın ‘favela’larından, gecekondu mahallelerinden çıkan ve endüstriyel futbolun aktörlerinden birine dönüşen Pele ile Arjantin’in yoksul semtlerinden gelen Maradona’yı bir araya koyunca, Maradona’nın Pele hakkında düşündükleri sanırım rahatlıkla tahmin edilebilir… Bu açıdan bakıldığında Pele’yi gişeye oynayan dev Hollywood prodüksiyonlarına, Maradona’yı da varlığını inatla sürdüren bağımsız filmlere rahatlıkla benzetebiliriz.

Allan C. Hutchinson -Derrida Futbol Oynasaydı

1991 yılında 60 yaşındaki Jacques Derrida, içten demeçler verdiği bir söyleşi sırasında ağzındaki baklayı çıkarır. Akademik başarısı, artan popülaritesi ve aldığı onca övgüye rağmen Derrida’nın hâlâ içinde ukde kalan
bir gençlik hayali vardır: “profesyonel bir futbolcu olmak”.3 Derrida’nın bu hayali hem bir filozof hem de fert olarak (eğer bu ikisi birbirinden ayrılabilirse)
kendisine dair çok şey söylemekte; en az cilt cilt yazdıkları, konuşmaları,
eleştiri yazıları ve söyleşilerinden öğrenebileceğimiz kadar çok şey açığa çıkarmaktadır.
Dolayısıyla bahsi geçen ifadenin bizi bu düşünce insanının sınırları
zorlayan iddialarından alıp isyankâr yüreğine götürmesi ve onu bize hayal kırıklığına uğramış bir eylem adamı olarak göstermesi şaşırtıcı değildir. Spor efsanesi olarak dolu dolu yaşanacak olan hayata kıyasla felsefeye adanmış bir hayat sadece teselli olabilir. Öte yandan Derrida külliyatı, onu dersliklerde ve kütüphanelerde değil de yeşil sahalarda emek veren biri olarak düşündüğümüzde
daha iyi anlaşılabilir. Belki de Derrida futbol oynamış olsaydı, bu hem felsefe hem de hayat namına önemli bir kazanç sayılabilirdi. Çünkü bu durum
dünyayı Derrida’nın felsefi telakkisinden mahrum bırakmaktan ziyade onu kendi zamanının hassasiyetleri ve anlayışı üzerinde daha etkin hale getirebilirdi.
Ben Derrida’yı defans efsanesi bir entelektüelden çok hücum yapma becerisiyle dikkat çeken bir futbolcu olarak hatırlayacağım. Belki Derrida gibi yumuşak başlı birini, tuttuğu takımın arkasında “7” ve “Derrida” yazan sentetik,
cafcaflı forması içinde hayal etmek biraz zor. Ancak, futboldan anlamayanların
hayat hakkında da hiçbir şey bilmediği kanaatinde olan Derrida’nın kendine
has “güzel oyunu”yla karşı takımı önce umutlandırıp sonra cezalandırırkenki
halini düşünmek insanı gerçekten heyecanlandırıyor.

Yeniyazı Dergisi 9 Kapak Görseli

Yeniyazı Dergisi 9 Kapak Görseli
Doğuz doğurmuşluğumuz.

Etiketler

  • 1. sayı (3)
  • 10. sayı (2)
  • 2. sayı (4)
  • 2011 (1)
  • 3. sayı (5)
  • 4. sayı (8)
  • 5. sayı (6)
  • 6. sayı (7)
  • 7. sayı (7)
  • 8. sayı (7)
  • 9. sayı (3)
  • boğaziçi kitap fuarı (1)
  • geleceğe dair anekdotlar (1)
  • göç teması (1)
  • kumaş (2)
  • murat belge (1)
  • ya da pişman değilim (2)
  • yalçın armağan (1)
  • Yaraya Tutulan Ayna (1)
  • yeniyazı (9)

Şairler 9. sayımızda Türk Şiiri'nin falına bakmış idi. küçük iskender, Şeref Bilsel, Ceyhun Tuna, Aslı Serin, Murat Üstübal, Sezai Sarıoğlu, Nilgün Aras, Şebnem Yetim'in niyetlerini okuyacaksınız. "sinek valesi'nin iskambil falındaki simgelediği şey kadının kafasındaki düşünce'dir. genç birine iskambil falına bakılırken belirleyici kart sinek valesidir. sinek valesi resimli kartların en düşüğüdür ve falında sinek valesi çıkan birisi için genel olarak şu yorumda bulunulur: bahtınız açık fakat bedelini ödemek kaydıyla. " Fotoğraf: Sancar Dalman, Model: Meltem Sergin

Sancar Dalman Elleriyle El Falı Çizdi

Sancar Dalman Elleriyle El Falı Çizdi

Aslı Serin'in Türk Şiiri Falı.

Aslı Serin'in Türk Şiiri Falı.
KOÇ: Dumanlı dosya konunuza rağmen, dergilerin sıkıcı dosya olayını canlandıramadığınız için lütfen üzülmeyin. Hataları seviyoruz. Ancak onca yıldır taradığınız, zaman zaman hakkında görüş bildirdiğiniz, hatta iki üç ürünle katkıda bulunmanıza rağmen, aslında bizimle yola çıktılar bile diyebildiğiniz heves dergisi için “daha çok görsel şiire zemin olan” bir dergi demişsiniz. Heves’in son sayısında yayımlanan dizini okusaydınız yanıldığınızı anlardınız. Biz yetenekte ısrarlıyız. Şairin veya eleştirmenin okuduğunu anlayabilmesini istemek çok şey değildir diye düşünüyoruz. Önümüzdeki yıllarda, diğer antihevesçilerle birlikte “heves küskünleri” dergisi görünüyor size de.

Afyon Türküleri

Afyon Türküleri
Resme tıklayın afyon türküleri başlasın! MOJO dergisinin Aralık 2002'deki "The 100 Greates Drug Songs Ever" listesinden seçmece, mülhem, vesaire, vesaire...

8. sayının atölye konusu her yönüyle AFYON

Eden Hashish Center

Eden Hashish Center
Katmandu'nun hippilerin uğrak yeri haline gelmiş efsanevi esrar merkezi

Semih Kaplanoğlu'ndan bir şiir

Baba Evi

örtün koyu gülümseme, ilk dişi
kaburgasında yitik kanat. eyleş,
yerçekimi meleklerin putlar. anne
orda seyrekleşir, cisim baba. kafes
bırakmak

açık bırakmak. Tüyler, kan, gaga.
büyük böcek gel sız ruhuma, ışıt
körpe zihni. o yarayı içer. sen de
yalnızca dirime ver peyini, öde organınla.
ten sayrı, babam üryan. aşağı yurdum.


(Bu şiir ilk kez Şiir Atı dergisinin Nisan 1991 sayısında yayınlanmıştır. Semih Kaplanoğlu'nun 90'ların başında Şiir Atı dergisinde yayınlanan diğer iki şiirini yeniyazı'nın 8. sayısında da bulabilirsiniz.)

8. sayıda çerçeve konuğumuz Semih Kaplanoğlu'ydu.

Server Vakfı Edebiyat Ortamı 2010 Şiir Ödülü Cihat Duman'ın!

Derginin web sitesinde yer alan açıklama metni şöyle:

Bu yıl ikincisini düzenlediğimiz Server Vakfı Edebiyat Ortamı Şiir Ödülü sahiplerini buldu.
Yarışma, kitap ya da dosya bazında yapılmış ve ilk eleme sonucunda 12 kitap/dosya jüri üyelerinin değerlendirmesine sunulmuştur.
Jüri üyelerinin değerlendirmeleri sonucunda en yüksek puanı alan bir kitap ödüle, bir kitap ile bir dosya da mansiyona hak kazanmıştır.
Ödülün veriliş gerekçesi de bir cümle ile ifade edilmiştir.
Jüri üyelerinin isimleri, ödül kazanan kitap ve şairin adı ve ödülün veriliş gerekçesi ile mansiyon kazanan şairler ve kitap/dosya adı aşağıda açıklanmıştır.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur. 10.12.2010

Jüri Üyeleri
Ali Çolak
Hüseyin Atlansoy
M. Ali Bulut
Ömer Erdem
Turan Karataş
Mustafa Aydoğan

ÖDÜL KAZANAN ESER:
YA DA PİŞMAN DEĞİLİM – Cihat DUMAN (Kitap)
Ödülün veriliş gerekçesi: ““şimdi” ve “bu arada” olmanın elektriğini iliklerinde duyup geleceğe akmanın ve bir derinliğe ulaşmanın imkânını içinde barındırdığı; gündelik dili kendisine has şiir zekasıyla ve dilsel vurguyla yeniden dönüştürme çabasıyla gelecek vadeden şiir izlenimi verdiği için.”

MANSİYON KAZANAN ESERLER:
SAĞANAK, ŞİMDİ! – Vural UZUNDAĞ (Kitap)
I HARFİNİN DURUMU – Abdussamed BİLGİLİ (Dosya)

8. sayı çıktı!

8. sayı çıktı!

Mıgırdiç Margosyan Yazıları...

Mehmet Fatih Uslu, Alparslan Nas ve İshak Reyna'nın, Mıgırdiç Margosyan'ı çeşitli açılardan ele alan yazılarını 7. sayıda bulabilirsiniz. Mehmet Fatih Uslu, "Dikranagerd, Cennet Mekan"; Alparslan Nas, " Mıgırdiç Margosyan: Türkiye'de Minör Edebiyat'tan Minör Oluş'a Doğru" ve İshak Reyna da "Tespit Taneleri: Mıgırdiç Margosyan İçin Bir Araştırma Denemesi" adlı yazıları yazdılar.

Stephen Morillo, Bakhtin (2007)

shanti elliot'tan "bakhtin'in folklor poetikasında karnaval ve diyalog"

"Karnavalda gülme ve aşırılık, ciddiyeti ve “resmi” hayatın hiyerarşilerini bir yana iter. Karnaval, dilin otoriter biçimlerini sarsarak ses ve anlamların çeşitliliğine yer açar. Bakhtin’in dil teorileri bu çeşitliliğin alanından ortaya çıkar. Bakhtin, farklı söylem modlarını ayırt ederek, “diyalojik” dilin düşüncenin eşbiçimliliğini nasıl bozduğunu gösterir."

(mesut yılmaz'ın çevirdiği bu yazının tamamını 7. sayıda bulabilirsiniz.)

rio karnavalı'ndan bir görüntü

raif kadıoğlu'nun "şiirden karnavala" adlı yazısını 7. sayıda okuyabilirsiniz.

Ramazan-ı Şerif’in, Brezilya’da düzenlenen meşhur karnavalın yapıldığı tarihe denk geldiği yıllardan birinde, televizyon kanallarını dolaşıyordum. Önümde de eleştirmekte olduğum bir şiir kitabı vardı. Kanalları dolaşırken Kâbe’den canlı ibareli kanaldan hemen sonra açtığım kanalda Rio Karnavalı’nın görüntüleri geldi. Dedim ki kendi kendime: “Acaba şiirde kelimeler cemaatle namaz mı kılmalı, yoksa şu karnavalda olduğu gibi karışık ama erotik mi olmalı?”

(Bu eğlenceli yazının tamamını 7. sayıda bulabilirsiniz.)

Nis Karnavalı'ndan bir görüntü.

7. sayı çerçeve bölümünün konuğu Mıgırdiç Margosyan'dı

7. sayı çerçeve bölümünün konuğu Mıgırdiç Margosyan'dı
Mıgırdiç Margosyan'la, Başak Deniz Özdoğan söyleşti.

karnaval ne zaman başlıyor?

karnaval ne zaman başlıyor?
yeniyazı'nın 7. sayı atölye konusu karnaval

cihat duman'dan ya da pişman değilim

ben kimim
bu şiirin ilk okuru olmaktan başka
ilkokuldan sonra hiç aşk olmamış
yüksek tahsil sonunda sahile vuran
aşırı karimadan cüppeyi yakmış
yasa biraz eksik kalmış tören gününde
ben onların söylediği
ayşE’nin unuttuğu
bu şiirin ilkokulu

ben kimim
1984 harpuT doğumlu
bakire ve dokuz çocuk annesi
taklidi yaparaktan para aklayan
ve itinayla dost aksatan kanun bilirim

yavuz türk'ten kumaş

benim işte yine o, kendi söküğünü dikemeyen ben
her şey oldu da hep olmayanın peşindeyim
kendini deşip deşip irin içen işte ben

çocukları da seven ama sezdirmeden
boyna sürülen bıçağı ince ince bileyen
muskasında yoksulluk duasıyla dolaşan ben

6. sayı'nın atölye konusu: tüy

6. sayı'nın atölye konusu: tüy
kartal dansı yapan bir yerli

katran ve tüye bulanmak...

katran ve tüye bulanmak...
Amerika'da, suçluları küçük düşürmek için bu ceza yöntemi yıllarca kullanılmıştır.

6. sayı

6. sayı

yeniyazı'yı nerelerde bulabilirim?

İSTANBUL:
Beyoğlu: Mephisto, Simurg, Robinson Crusoe, Tünel Büfe, Pandora, Semerkand
Kadıköy: Seyhan Kitabevi, Mephisto
Üsküdar: İskele Büfe
Cağaloğlu: İz Yayıncılık
Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampus

ANKARA:
Turhan Kitabevi
İmge Kitabevi
Akçağ Kitabevi

TRABZON:
Nokta Kitabevi
Fanzin Kitabevi


İZMİR:
Pan Kitabevi
Yakın Kitabevi
İletişim Kitabevi
Arma Kitabevi


ESKİŞEHİR:
Ada Kitabevi
İtalik Kitabevi
İnsancıl Kitabevi

SAKARYA:
IXIR Kitabevi


KAYSERİ:
Akabe Kitabevi
Bilge Kitabevi


AYDIN:
Fatih Kitabevi


BURSA:
Gaye Kitabevi

ANTALYA:
ELT


MALATYA:
Fidan Kitabevi
Kitap Dünyası


BATMAN:
Bilge Kitabevi


DİYARBAKIR:
Avesta Kitabevi


SİVAS:
Özlem Kitabevi
Beyoğlu Kitabevi


ADANA
Alfabe Kitabevi


İnternet satış:
www.imge.com.tr
www.pandora.com.tr

yeniyazı'ya abone olmak istiyorum!

Abonelik için, yeniyazi@gmail.com adresine bir mail atmanız ve aşağıdaki hesap numaralarından birine yıllık abonelik ücretini yatırmanız yeterli.

Yılık abonelik (6 sayı için); Yurtiçi: 40TL, Yurtdışı, Kamu Kuruluşları, Kurumlar ve Kütüphaneler: 50 TL.
Posta Çeki: 5888492, Ramazan Parladar adına.
Banka Hesabı: Erkan Irmak adına, Garanti Bankası Ortaklar Caddesi Şubesi, 357-6673455 nolu hesap.

Oturan Boğa/ Kızılderili kültüründe tüy önemli bir yer tutar.

Serkan Işın'ın bir görsel şiiri

Serkan Işın'ın bir görsel şiiri
Kaynak:http://www.poetikhars.com/gorsel/badmen-poet-stork

Nazara İnanmak ya da Görsel Şiir ya da Dada Korkut

(Ayşegül Tözeren ve Cihat Duman'ın ortak yazısından kısacık bir bölüm)

Görsel şiir, kuşkusuz son on yılın en çok tartışılan meselelerinden biri olmuştur. Aslında tartışılan, görsel şiirden çok görsel şiirle ilgili yazılan yazılar ve görsel şiir yazan şairlerin savunularının klasik (konvansiyonel) şiir kuramına
müdahale eden kısımlarıdır. Tartışma, özellikle dil kuramları bağlamında alevlenmiş ve şiirin yazılma mecrasını (papirüs, tablet, kâğıt, bilgisayar ekranı, diğer ekranlar) da içine alarak devam etmiştir. İşin felsefi boyutları bu yazının bağlamını aşmaktadır. Fakat Türk okurunun görsel şiire kafa yorması gerektiği kanaatindeyiz.
Serkan Işın’ın 2009 yılı ortalarında çıkan görsel şiir kitabı Dada Korkut, 2003 yılına dayanan uzun bir dönemin kitabıdır. Ebabil Yayınları’nın yayımlamış olduğu Dada Korkut kitabının içinde bulunan bazı şiirler 2006 senesinde aynı adla e-kitap olarak da yayımlanmıştır.
(...)
Şiirlerde günümüze ait sert bir eleştiri söz konusudur, bu eleştiri “alışmayış merkezi ve kalabalık”, “beş yıllık kalkınma planı”, “fergenekon” gibi şiirlerde öne çıkmaktadır. Modernitenin içinden bir gözle moderniteyle hesaplaşmaya
girişmiş olan Işın’ın şiirinde ne bilgelik ne de ironi gereğinden fazla yer almaktadır. Bu hesaplaşma dadacı kendiliğindenlik bağlamında yapılmakta olup kimseyi ikna etme çabasında değil, ancak kişinin ruhuyla içkinleştirebileceği bir şok duygusu yaratma isteğindedir.

Tüylerin İstilası: Bir Komple Ağda Hikayesi

Tüylerin İstilası: Bir Komple Ağda Hikayesi
Başak Deniz Özdoğan, kadınların tüy derdinin tarihine bir göz attı.

Gökhan Arslan'dan Tüy İçin Küçük Bir Sözlük Denemesi

(yazıdan küçük bir parça)

ŞEYTAN TÜYÜ OLMAK: En başta söylemekte fayda var; bende şeytan tüyünün olmadığını çok iyi biliyorum. Bu deyimse genel anlamda sebepsiz bir şekilde kendini bir anda sevdiren ve her ortama rahatça girip çıkan insanlar için kullanılır. Bu tip insanların varlıklarıyla yoklukları neredeyse fark edilmez. Fakat şeytan tüyü taşıyanların bu sabitsizliğe rağmen çok şanslı olduklarına inanılır. Şeytan tüyünün çağrıştırdıkları sadece bununla da sınırlı değil. Bahar aylarında havada uçuşan, kulağa kaçarsa sağır edeceği gibi saçma
bir inanışa neden olan beyaz pamukçuklara da şeytan tüyü denmektedir. Ayrıca yine bu isimle bilinen ve insanın en olmadık yerlerinde çıkan, kopardığınız halde sürekli üreyen kıllar da vardır. Haldun Taner’in Yalıda Sabah isimli kitabında aynı isimli bir öykünün olduğu ve çalışmalarını Ankara’da sürdüren “Şeytan Tüyü” adlı bir müzik grubunun bulunduğu da bilinmektedir.

TÜY SIKLET: Boksta genellikle 57 kg.ın altında olan sporcuları sınıflandırmak için kullanılan terimdir. Sinek siklet olarak da bilinir. At yarışlarında en hafif kiloyla yarışa katılan atlar için de zaman zaman bu ifade kullanılmaktadır. Günlük hayatta, zayıf, çelimsiz, üflesen neredeyse uçacak kişiler için kullanılan bu sözün, son zamanlarda bilgisayar yazılımı alanında da çok sık geçtiği görülmektedir.

TÜYÜ BITMEMIŞ YETIM: “Arena” gibi TV efsanelerinin ve bazı tartışma programlarının dayanak noktasıdır. Söylendiğinde en çok Küçük Emrah’ı çağrıştıran bu ifade, genellikle kendini savunamayacak durumda olanların hakları gasp edildiğinde dile getirilir. Fakat hak yeme söz konusu olduğunda, tüyü bitmişle tüyü bitmemiş, yetimle yetim olmayan arasındaki ayrımı anlamak mümkün değildir. Gerçi o yetimin tüyünün de, hakkının da bittiği bir türlü görülmemiştir
ya… Fakat en can alıcı nokta, her ne hikmetse hakları sürekli yenen bu tüyü bitmemiş yetimlerin, servetlerinin her türlü gaspa ve haksız müdahaleye rağmen her gün katlanarak artmasıdır.

KAZ TÜYÜ: Tamam, kabul ediyorum; ceketinden montuna,
yastığından yorganına insanı hem sıcak tutuyor hem de yumuşaklık hissi veriyor. Havası da cabası… Fakat iki gün sonra, içine dolduruldukları nesnenin kıyısından köşesinden dışarı çıkmaya başladıklarında bir sürü küfrün de sebebi oluyorlar. Üstelik çiftliklerde zavallı kazların peşlerinde koşturan insanları ve kazların yakalandıktan sonra tabi tutuldukları işlemi düşündükçe sanırım herkes taş yastığa razı olacaktır.

6. sayıda Kawa Nemir'den de bir şiir okuyabilirsiniz!

6. sayıda Kawa Nemir'den de bir şiir okuyabilirsiniz!
Kawa Nemir'in şiirini, Kürtçeden Selim Temo çevirdi.

Bahadır Sürelli/ Divan Edebiyatında Ayva Tüyü

(yazıdan tadımlık bir parça)

[...]
TORLAKLAR, ABDALLAR VE ÇEHAR DARB

İslam dünyasında ve özellikle Anadolu’daki marjinal sufilikte gezgin dervişlerin önemli bir rolü vardır. Bunların içerisinde bazen abdal, bazen de Kalenderi olarak adlandırılan sıradışı grupların varlığı bilinmektedir. İşte bunlardan bazıları, özellikle giyim kuşamları ve tıraş oluş biçimleri ile Divan edebiyatına pek çok kez konu olmuştur. “Torlak, cavlak, cavlaki, ışık, ışık abdalları” gibi isimler verilen bu sıradışı dervişlerin en belirgin özelliklerinden biri “çehar darb” (ya da çâr-darb; “dört darbe”) denilen tıraş olma âdetleriydi. Buna göre kaşlarını, saçlarını, bıyık ve sakallarını tamamen tıraş ederlerdi. Bu eylemin arkasında yatan sembolik ifade tabii ki gerçek aşka bağlanması gereken gönül evini dünyevi kirlerden arındırma gayesi idi. Çünkü insan yüzü; güzelliğin, aşkın ve dolayısıyla tanrının tecelli ettiği bir ayna olarak düşünülürdü. Dolayısıyla, tıpkı “gönül” gibi dünyevi kirlerden arındırılmalıydı:

Erenler dergehine bir kalender bende-i hâs ol
Tıraş et çâr-darb ile gönülden fikr-i ağyârı (Hayri)

Erenler dergâhına kalender bir has kul ol [ve] gönlündeki diğer düşünceleri dört darb ile tıraş et.

Özellikle Kalenderilerin görünümleri, hal ve davranışlarına ilişkin bilgiler veren tarihsel kaynakların en ilginçlerinden biri Vahidi’nin 16. yüzyılın başlarında kaleme aldığı Menâkıb-ı Hâce Cihân ve Netîce-i Cân’ıdır. Vahidi’nin verdiği bilgilere göre -ki Vahidi bu gruplara karşı kesin bir tavır takınarak
sürdürür anlatısını- abdallar davranışlarının ve giyim-kuşamlarının çoğu için Âdem peygamberi kendilerine örnek
almaktadırlar. Abdallar, Âdem’in Cennet’ten kovulduğu zaman gönderildiği Serendib adasındaki yaşamına binaen mahrem yerlerini örtmek için kullandığı bir incir yaprağından başka tamamen çıplak olduğunu, yalnızca bitki yiyerek hayatta kaldığını söylemektedirler. Bu nedenle abdallar da tıpkı Âdem gibi, sadece edeb yerlerini örten tennure dışında hiçbir şey giymeden ve çok büyük miktarlarda haşhaş tüketerek hayatlarını sürdürürlerdi. Yüzlerindeki kılları da (sakal, bıyık ve kaş gibi) kendisinden kurtulunması gereken, insanın gerçek yüzünü gizleyen örtüler olarak görürlerdi.
[...]

Kızgın Damdaki Kedi'den bir sahne, Paul Newman ve Elizabeth Taylor

Mehmet Fatih Uslu/ Kızgın Damda Dolaşır Bir Kedi

(yazıdan küçük bir bölüm)

Sahici karakterleri severiz. Yüzleşen, itiraf eden, kendine bakan karakterleri severiz. Gerçek hayatta bunlara katlanamasak da edebiyatta bunları severiz. Selim Işık yanımızda olsa boğucu geyiğine ve acısına katlanamayız ama en tenha saatleri onun metne hapsolmuş varlığıyla geçirmenin tecrübesini eşsiz biliriz. Bardamu yan komşumuz olsa selam vermemek için kaçarız ama onun “gecenin sonu”ndan taşan öfkesini kendi içimizde yeniden keşfetmeyi severiz. Gündelik hayatın saklayan/örten/gizleyen retoriğine teslim olmamış hallerin dile gelmesi vardır bu karakterlerde. Hakikatin içinden
konuşurlar sanki. Kendilerini başlı başına yaşamın en derininden birer itiraf olarak kabul etsek kimse bizi ayıplamaz. Zira hepimiz hayatın içindeki kötücüllüğün ve zayıflığın yılmaz konuşanlarına, itirafçılarına çekinmeden saygı duyarız.
Maggie ne Bardamu’ya ne Selim’e benzer ama o da bir hakikat hatırlatıcısıdır. Arzularının ve ağrılarının bilgisiyle dolu, oyunun oyun olduğunun bilincinde, kızgın damda olabildiğince çok kalmanın tek amacı olduğunun farkında bir hatırlatıcıdır o. Ders kitaplarında anlatılmaz ama hayatın damarlarından eksilmez şirin kötücüllüğün hatırlatıcısı. Suça rağmen yaşamaktadır. Maggie; suçu sırtında taşıyarak ve taşıdığı suçun ağrısını unutarak yaşamaktadır. En önemlisiyse, bunu herkesin gözüne bakarak ve pek doğal bir itkinin emrine uyarmışçasına yapmaktadır.
Ve biz çok zaman suçun doğallaştığı, bedenden fışkırdığı yerde suçu ayıplamamayı öğreniriz. Günahın ve karanlığın hayata karıştığı yer böylece ömrümüzün tam ortasında kalır. Öyle ya kızgın damda oradan oraya koşan kedinin suçu ne olabilir ki, damı kızdıran başkası olduktan sonra?

[...]

fahriye abla'dan bir kuple

eviniz kutu gibi küçücük bir evdi,
sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;
güneşin batmasına yakın saatlerde
yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;
bahçende akasyalar açardı baharla.
ne şirin komşumuzdun sen, fahriye abla!


güzel bir kibrit kutusu

yeniyazı'nın 5. sayısı çıktı!

yeniyazı'nın 5. sayısı çıktı!

Ülkü Tamer'den bir şiir

Ben Sana Teşekkür Ederim

Ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün,
Ben uyurken benim alnımdan, beni sen öptün;
Serinlik vurdu korulara, canlandı serçelerim;
Sen mavi bir tilkiydin, binmiştin mavi ata,
Ben belki dün ölmüştüm, belki de geçen hafta,

Sen bana çok güzeldin, senin ayakların da.

Nazan Maksudyan Kutu Kutu Pense'yi yazdı

(Nazan Maksudyan'ın yazısının tamamına yeniyazı'nın 5. sayısından erişebilirsiniz.)

Milan Kundera, Gülüşün ve Unutuşun Kitabı’nda bir çember halinde dönmenin, dans etmenin -Türkçe tabiriyle “halay”ın kendine has, apayrı duygusundan bahseder. Bu el ele tutuşmuş insanların, bir yuvarlak oluşturup durmadan dönüşü, ilerleyişi, nizam içindeki askerler ya da komandolar gibi, uygun adım, marş marş yürümeye benzemez. Aksine, bir çembere dahil olmak çocuklar gibi dans etmeye eştir... Çemberin etrafında kurulan, içten ve doğal, hakiki bir beraberliktir; insanlar kendilerini oyunun neşesine kaptırmıştır. Öyle ki, çemberde dönen, zamanla yerçekimini alt ettiğini, ayaklarının yerden kesildiğini, iki ileri bir geri adım atarken tabanlarının altında zemin olmadığını zanneder. Bir halka olup dans etmek sihirlidir: Çember bize hafızanın derinliklerinden, çok uzaklardan, belki de çocukluğumuzdan bir şeyler getirir... Çember gördüğünüz güzel düşse, cennetse, çemberden atılmak cehennemdir, düşüştür. Bir gezegenden kopmuş meteor parçası gibi ilelebet düşer, sonsuz boşlukta savrulur durursunuz –Kundera, ülkesini terk etmek zorunda kalışını ve sonrasında hayata bakışını, böyle mütemadiyen
süregiden bir yerçekimsizlik hissine benzetir. Bir yandan bir zamanlar parçası olduğunuz beraberlik ve neşenin yanılsama olduğunu düşünüp ona şüpheyle yaklaşmaya başlarsınız, öte yandan, gözden uzaklaşan kayıp halkaya nostalji hissiyle bakmaya devam edersiniz. Neticede bu evrende her şey dairesel hareket eder: Üstünde yaşadığımız dünya, ay, gezegenler, hepsi ezel ebed döner, döner...

Olcay Akyıldız'dan Kutu Koleksiyoncusu

(Yazının tamamını yeniyazı'nın 5. sayısında okuyabilirsiniz)

“Kutu”ya dair ilk hatırladıklarım:

- Şeffaf Mika Kutular: İçlerine yakaladığım sinekleri koyuyorum. Niyetim asla kötü değil. Onları “beslemek” istiyorum. Gel gör ki toplu iğnenin acısına razı olarak damlattığım kan yeterli olmuyor. Her defasında havasızlık galip geliyor ve zavvalı sinekler(im) ölüyor. (Bu tecrübeden öğrenilenler: 1. Kutu içleri havasız yerler, 2. Sinekler havasızlığa dayanıklı değiller, 3. Sinek, besleyip sahip olabileceğimiz evcil bir hayvan değil, 4. Şeffaf mika kutuları her şeye rağmen seviyorum.)

Osmanlı Gündelik Yaşamında Keyif Verici Maddeler

Osmanlı Gündelik Yaşamında Keyif Verici Maddeler
Jan Schmidt'in yazısını yeniyazı'nın 5. sayısında bulabilirsiniz.

5. sayının çerçeve konuğu ülkü tamer'di

evimiz kutu gibi küçücük bir evdi

evimiz kutu gibi küçücük bir evdi
Yüksel Arslan, Arture 159 Kapital IX (Kolonyalizm)

Şehir

allahtan pencereler açmışlar içi sıkılan evlere
pencereler olmasaydı
nasıl gezerlerdi
karanlıklarda
ayağa kalkmış büyük böcekler
nasıl tırmanırlardı
merdivenlerden

tahta evler eski kutulardır
apartmanlar yaldızlı nisan şekeri kutularıdır
içinde siyah ve sarı başlı böcekler oturur
başka küçük bir kutudan
uzaktaki başka böceklerin
cızırtılı seslerini duymaya meraklıdırlar

sevgilim bir böcektir
taşdan duvarlar içinde
karafatmalarla yaşar
beş senedir getirdiğim şekerleri yiyip
elimi ısırmıştır

karafatmalar onu benden ayırdılar
o şimdi bana küsülüdür
kutu duvarları içinde

Asaf Hâlet Çelebi

(Bütün Şiirleri, YKY, 1998)

kafka'nın böceği

kafka'nın böceği
Nurdan Gürbilek atölyemizle daha önce yayınlanmamış bir yazısını paylaştı.

diyalog

Tanrım, seni arıyorum. Gör, diz çökmüşüm eşiğinin önüne
Yalvarıyorum “kapını aç” diye. Gör, yitmişim, sürüklüyor körlüğe beni binlerce
[yolum,
Ve kimse götürmüyor beni eve, bırak da sığınayım bahçelerinin yuvasına,
Öğlenin sessizliğinde yeniden bulsun diye kendisini dağılmış ömrüm.
Renkli ışıkların ardından koştum ancak hiç durmadan,
Tamah ederek mucizelere, yitirinceye dek gecede yaşamı, dilek ve amacı,
Şimdi ağarıyor gün. Korka korka soruyor kalbim ettiklerimin zindanından
Şimdi, karışık ve boşa çağlamış saatlerin anlamını.
Ve yoktur bir yanıt. Duyumsuyorum bordamın taşıdığı son yüklerinin
Fırtınalarda denizden denize hedefsiz hedefsiz sendelendiğini,
Daha sabahleyin gözü pek ve yol coşkusuyla sallandığını, parçalıyor gemisi
[yaşamımın
Çılgın bir kaderin mıknatıs dağında tahtalarını.-

Ernst Stadler (Çev: Danyal Nacarlı)

Şiirin tamamını yeniyazı'nın 4. sayısında bulabilirsiniz.

ece ayhan'ın iki mektubu yeniyazı'nın 4. sayısında!

ece ayhan'ın iki mektubu yeniyazı'nın 4. sayısında!

yeniyazı'nın 4. sayısı kitapçılarda!

yeniyazı'nın 4. sayısı kitapçılarda!

James B. Janknegt'in "A Little Leaven" adlı resmi

James B. Janknegt'in "A Little Leaven" adlı resmi

Benim Annem Paskalya Çöreği

(Nazan Maksudyan'ın yazısından kısa bir bölüm. Yazının geri kalanını okumak ve Maksudyan'ın annesi Meri'nin nefis paskalya çöreği tarifini öğrenmek için yeniyazı'nın 3. sayısına bakabilirsiniz.)
(...)

En başta söylediğim gibi, gurbette kalmışlığım pek az, ama sınırlı deneyimim bana mutfakla hasret, yemekle sıla arasında bir bağlantı olduğunu söylüyor. İki defadır, biri gittikten bir ay kadar sonra, öbürü daha gitmeden canımın paskalya çöreği
çekmesi nedendir yoksa? Annemi özlememle, “anne tadı”na hasret kalmamla, ev deyince hep “Yuvam Apartmanı, 125/4” diye düşünmemle ilgisi var kuşkusuz. Hoş, herkese göre anne başka bir tatta mahfuzdur. Kimisi sucuklu kurufasülyeyi
özler, kimisi zeytinyağlı lahana dolmasını, kimisi tavşan kanı bir bardak çayı. Ben bunları özlemiyorum demek değil, ama benim annem paskalya çöreği!


Önce hamur, sonra nefis şekerlemeler

Veysi Erdoğan

Veysi Erdoğan
Veysi Erdoğan, 10 Emir'den yola çıkarak yazdığı şiirlerden birini, "Başkasının Libasını Giyinmeyeceksin"i dergimizle paylaştı.

küçük iskender

küçük iskender
yeniyazı'nın 3. sayısında küçük iskender'in "kıyAmet" adlı şiirini okuyabilirsiniz.

Adonis

Adonis

Adonis'ten "Düş"

Gizlenince, yok oldun mu? Seni çağıranı biliyorum:
Şelalesi inciden, dalgaları övgü dolu
Mevsimlerle gidip gelir
Ekinindeki ateşi gördüm çünkü,
Gözlerin yüzündeki katlarla yükseliyordu
Güneşi silen ufuk gibi, yere döküleni süpürüyordu
Gizlenince, yok oldun mu? Yüzünü yeşil ekinlerde gördüm
Köklerinde yol alıyordu gurbete su
Mevsimlerin yataklarındaki nehirde.

(Çeviren: Metin Fındıkçı)

Hamurun kıvamı

Hamurun kıvamı
Sancar Dalman'ın çizimi

Hamurunda "Yalan" Olan Şiirler

Hamurunda "Yalan" Olan Şiirler
Sancar Dalman'ın çizimi

Raif Kadıoğlu'ndan "Hamurunda 'Yalan' Olan Şiirler"

(Yazıdan küçük bir bölüm)

En basit ev yapımı tarifi şöyledir. (4 kişilik)

GEREKLI MALZEMELER:
10 ton kum, 15 ton su, 3 ton taş, 5 büyük çuval saman, kerpiç kalıbı, 4 baş kavak ağacı, kazma, kürek, mala, elek, el arabası, bidon.

YAPILIŞI:
8 ton kum ince elekten geçirildikten sonra tartışmaya mahal vermeyecek
bir krater şekline getirilir. Saman çuvalları açılır ve bu kratere serpiştirilir.
Saman-kum oranı çok önemlidir. (Cismâni’ye göre bu oran 1’e 7, Necmeddin
bin Binaî’ye göre 1’e 8 olmalıdır. Zaman ve coğrafyaya göre samanın yoğunluğu değişebildiğinden bu oran son noktada müteahhidin maharetiyle
belirlenecektir.) Kovalar yardımıyla dökülen su, telef edilmeden kuma yedirilir.
Mevcut çamur, kerpiç kalıplarına dökülür ve kuruyuncaya kadar kısık ateşte güneşe bırakılır. Temeller dört tanedir, kazılır, taşlar yerine oturtulur. Kalan kum da aynı şekilde çamur yapılarak kuruyan ve ileride duvar oluşturmak
üzere dizilen kerpiçlerin arasına sıvanır. Rüzgâr eser, çamur kerpiçin içinde kurur, duvar olur. Kavak kalasları tabana dizilir, kapağı kapatılır. Artık yazları serin, kışları sıcak bir sığınağınız vardır. Dil, varlığın evidir.
Evet, şiir, varlığın evidir. Bu ev aynen yukarıdaki gibi kurulur. Kiralıktır. Şair de elbette kiralık bir evsizdir. Ne var ki şiirin çamurunda yalan vardır. Su, sesiyle meşhur anasır-ı erbaadan olduğu için su ile sesi; doğurgan olmasından
ötürü toprak ile de manayı eşleştirip şiirimizi yapmaya çalışacağız. Söylemeden edemeyeceğim; şiirlerini yolda yürürken ezberleyip, eve gelince
kâğıda döktüğünü iddia eden Attilâ İlhan ile Divan Edebiyatı ve Servet-i Fünun devrinde, sohbet meclislerinde vezinli veya ölçülü sözlerle konuştuğu (re’sen yazan) nakledilen bazı şairleri yadsıyıp yazımızı öyle okumaya devam edeceğiz. Şiiri, yukarıda okunmaya hazır kerpiç bir ev gibi düşünürsek sağlam
kanaatler edinebiliriz. Bence, şairin aklına düşen, şiirsel anlamı haiz en küçük birim, yani mısradır. Yani ses ve mana aynı anda gelmektedir. Bunun nedeni herhangi bir hayat tecrübesi, görüntü, hayal, sevinç, üzüntü, yalnızlık
veya en önemlisi “yalan”dır. Nasıl ki toprak, su, ateş ve havanın ötesine gidince
ya sahtekâr fizik ya da enteresan metafizikle karşılaşıyorsak burada da böyle şeyler vardır ve bu işten ekmek yiyenleri kızdırmamak lazımdır. Yalana
“ilham” diyenlerden mülhem ben de ilhama “yalan” diyorum. Stajyer peygamber
maaşıyla finanse edilen taziyeler ve kaldırılan naaşlar hürmetine susuyorum.
Çalışın, ilhamın yalanı o zaman ortadan kalkacaktır.

Üç Kambur

Üç Kambur
Sancar Dalman'ın çizimi

İki Kambur

İki Kambur
Özgür Öztürk'ün çizimi

“Kamburum, Rüya Görmeme Engel Olmuyor.”

Yaver Umman'ın Raif Kadıoğlu'yla yaptığı söyleşiden bir bölüm. Raif Kadıoğlu diyor ki:

Kendi hakikatini bende aramak gibi bir çıkmaz yola girersen Yaver’ciğim, böyle sıradan bir günde, sıradan bir tertiple, sipariş usulü denebilecek bir söyleşi, sana ancak hüsran getirir? Verdiğim örneği biraz düşünüp kendi hayatında bir sahneye uyarlamalısın belki. Senin kamburun nerende? Sen nereni kesmeye çalışıyorsun? Kimin kokusundan korkuyorsun? Neyse, bak, ikinci çaylar da doldu. Birinci çayın referansıyla dolan ikinci çaylar bunlar. Gelenek ve deneyim birarada. İkindi vakti yaklaşıyor. Sen benden daha genç ve yakışıklısın. Cep telefonun gibi titreyen bir kalbin var. Bunların hepsi kendi kendine mi birleşip bu sahneyi oluşturuyorlar sence? Ya da bunların hepsi sadece biçare bir kamburun hayal dünyasında mı birleşiyorlar. İşte bunun gibi şeyleri kastediyorum. Biz kamburlar, kambur olmayanların düz yolda bıraktığı yükleri kendi dağımıza taşımaya çalışan varlıklarız. Bunu bil ve çayını da soğutma.

Bir Kambur

Bir Kambur
Deniz Gedizlioğlu'nun çizimi

Hilde Domin

Habil Kalk

Habil kalk
yeniden oynanmalı oyun
her gün yeniden oynanmalı
her gün önümüzde durmalı
‘Evet’ olabilmeli yanıt
kalkmazsan Habil
bu yanıt nasıl
bu önemli tek yanıt
değişir mi hiç bir zaman
kapatabiliriz bütün kiliseleri
kaldırabiliriz bütün kanunnameleri
her dilinde dünyanın
hele kalksan
ve geçersiz kılsan onu
o ilk yanlış yanıtı
her şeyin bağlı olduğu
tek soruya
kalk ki
söylesin Kabil
söyleyebilsin
Ben senin koruyucunum
Kardeşinim

(Hilde Domin'in "Habil Kalk" adlı şiirinden bir bölüm, çev: Danyal Nacarlı/ Şiirin tamamı, Almanca aslıyla birlikte yeniyazı'nın 2. sayısında)

Ece Ayhan

Kendi Kendinin Terzisi Bir Kambur

[...]
8. Kendi kendinin terzisi bir kambur

Bir kat adamlığını da dumana vermiş
Üsküdarlı kalender şair arkadaşlar hey!

Sizi buraya bizi bugünlere esenlikle getiren
Tek kürek kayıkçılıktan yetişme azgınlığımıza
Gerçekte kancığın kendisi kıçın kıçın yanaşmıştır

Çünkü her kambur biraz kambur bir ailedendir
Toparlarsak kendi kendinin çırağı da olabilir
Ölü sözcüklere ve çocuklara can vermek için
Hangi marş iki kere çalınırsa yeryüzünde unutmayın
Hem usta hem çırak bir kambur içindir.

ECE AYHAN (Bütün Yort Savul’lar, YKY)

Bu sayıda Atölye konumuz kamburdu

Bu sayıda Atölye konumuz kamburdu
Şanslı Kambur (Antakya Müzesi)

1. sayının atölye konusu "Akvaryum"du.

1. sayının atölye konusu "Akvaryum"du.
Yazarlar, akvaryumu gözetleme kulesine benzettiler

Seyhan Erözçelik 1. sayının "çerçeve" konusuydu.

Seyhan Erözçelik 1. sayının "çerçeve" konusuydu.

İzleyiciler

Arşiv

  • ►  2011 (9)
    • ►  Kasım (1)
    • ►  Ağustos (1)
    • ►  Mayıs (3)
    • ►  Şubat (3)
    • ►  Ocak (1)
  • ▼  2010 (38)
    • ►  Aralık (10)
    • ►  Ekim (1)
    • ►  Eylül (5)
    • ►  Ağustos (2)
    • ►  Temmuz (1)
    • ►  Mayıs (5)
    • ▼  Nisan (1)
      • püfffff..... yeniyazı'nın yeni sayısı ne zaman çık...
    • ►  Mart (9)
    • ►  Ocak (4)
  • ►  2009 (13)
    • ►  Aralık (1)
    • ►  Ekim (5)
    • ►  Eylül (3)
    • ►  Ağustos (2)
    • ►  Temmuz (2)

Hakkımda

Fotoğrafım
yeniyazi
Profilimin tamamını görüntüle

yeniyazı'yı kimler çıkarıyor?

Yayın Kurulu: Yalçın Armağan, Gökhan Arslan, Cihat Duman, Erkan Irmak, Hüseyin Kaptanoğlu, Başak Deniz Özdoğan, Ramazan Parladar, Bahadır Sürelli, Yavuz Türk, Can H. Türker, Mesut Yılmaz
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Hüseyin Meme

yeniyazı'yı acaba nerelerde bulabilirim?

İstanbul: Beyoğlu- Mephisto, Simurg, Robinson Crusoe, Tünel Büfe/ Kadıköy-Seyhan Kitabevi, Mephisto/Üsküdar- İskele Büfe/İz Yayıncılık (Cağaloğlu)/Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampus//Trabzon:Nokta Kitabevi/Fanzin Kitabevi//İzmir:Pan Kitabevi/Yakın Kitabevi/İletişim Kitabevi/Arma Kitabevi//Sakarya:IXIR Kitabevi//Kayseri:Akabe Kitabevi/Bilge Kitabevi//Aydın:Fatih Kitabevi
Basit teması. Blogger tarafından desteklenmektedir.