12 Aralık 2010 Pazar

Bitmez Bu şiirin Gamı, Keyfiyyeti: Eski Türk Edebiyatında Afyon

(Burada tadımlık bir parçasını gördüğünüz Bahadır Sürelli'nin yazısının tamamını dergimizin 8. sayısında okuyabilirsiniz.)

Eski Türk edebiyatında şarap, esrar ve afyon hem insan zihninde yarattıkları hâller hem de temsili (alegorik) anlamları dolayısıyla oldukça önemli bir yer tutar. Gönül Alpay Tekin’in de belirttiği gibi bu, maveraünnehir, Horasan, İran ve Anadolu’da daha 12. ve 13. yüzyıllardan beri yaşayan ulusların, özellikle sufi dervişlerin arasında şarap içme ve afyon çiğnemenin yaygın olması sonucunda, yaşantının edebiyata yansımasından ve bu ülkelerde iyice gelişip yerleşen birtakım felsefi düşüncelerin şarap ve afyon ile temsil edilmesi yoluna gidilmesinden doğmuştur. Bilindiği üzere lirik Osmanlı şiirinde aşk, sevgili, gül ve bülbül gibi remizlerden sonra kendisinden en çok bahsedilen şeylerden biri de müskirat, yani keyif ve sarhoşluk verici maddelerdir. Sadece gazellerde değil, müskiratı anlatmak için yazılmış olan manzumelerde ve hatta kimi zaman müstakil eserler şeklinde yazılmış alegorik mesnevilerde de (çoğunlukla da sakinamelerde) karşımıza çıkarlar. Örneğin Nevizade Atayi’nin (öl. 1635), revani’nin (öl. 1523), Hayreti’nin (öl. 1534), Kâşif ’in (d. 1666) ve Ayni’nin (d. 1766) sakinameleri ya da işretnamelerinin yanı sıra; Fuzuli’nin (öl. 1556) Beng ü Bâde’si, Yusuf Emiri’nin (öl. 1433) Beng ü Çagır’ı gibi eserler sadece afyon, esrar, şarap ya da benzerlerinden bahsetmeleri dolayısıyla bu literatürün önemli örnekleri olmuşlardır.

Divan şiirinde macun, toz, gubar, hatt, cür’a, tiryak, gam, ecza, terkib, beng, türab, hap, berş, dud-ı siyah gibi ifadeler hep afyon veya esrar anlamında kullanılmıştır. Örneğin, “ne berg-i güldür o leb çiğnesem şeker sanırım” (o dudak nasıl bir gülün yaprağıdır, çiğnediğim zaman şeker sanıyorum) diyen Nedim de sevgilisinin dudağını gül yaprağına benzeterek, tıpkı haşhaş içenler gibi kendisinin sevgilisinin dudağını çiğnediğini anlatmıştır.

Özellikle ramazan aylarında tiryakilerin sahur vaktinde kâğıda sarılmış afyon hapları yuttukları bilinmektedir. Divan edebiyatında bazı beyitlerde bu şekilde kefene sarılan afyonun telli duvaklı bir geline benzetildiğine rastlarız. Afyonun en çok benzetildiği şeylerden biri de sevgilinin benidir. Hem şaraba kıyasla “kuru” olması hem de fiziksel olarak bir sevgilinin yüzündeki siyah benleri andıran hap şeklinde olması dolayısıyla sıklıkla “ben”lere benzetilmiştir afyon. Nitekim Nevizade Atayi’nin “habb-ı siyâh-ı hâl-i le-bündür gıdâ-yı rûh” (ruhumun gıdası, dudağının hapa benzeyen siyah benidir) demesi de bundandır.

Esrar, toz halinde bulunduğu için aynı zamanda çokluğu dile ge-tirir. Tasavvufta ise çokluk, evrende görülen çeşit çeşit nesneler ve olaylar aslında ‘bir’in görünümleridir. Bu çokluktaki birliği (tevhidi) gören kimse buna hayran kalır. Aynı şekilde toz halindeki esrarı içen kişiye de hayran adı verilir. 17. yüzyıl şairlerinden Sabuhi Dede’nin aşağıdaki beyiti de işte bu şekilde hayran olmakla ilgilidir. Sofuların şaraptan vazgeçerek (ya da şarap içmeyi reddederek) feleğin sırları içerisinde, şarap yerine esrar içerek kendilerini kaybettiklerini, hayranlığa düştüklerini anlatmakta ve bunu bir sersemlik olarak nitelendirmektedir:

“Sûf îyi gör ki geçip devr-i mey-i gül-fâmdan
Çarhın esrârında hayrân oldu sersemlik budur”

[...]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder