12 Aralık 2010 Pazar

Semih Kaplanoğlu Konuşur...

Fotoğraf: Sancar Dalman

semih kaplanoğlu-cihat duman

İç-Gündüz

Semih Kaplanoğlu Konuşur...


– Sondan başlayalım isterseniz, üçleme gibi. Yeni bir film projeniz var mı? Kimler görev alacak bu projede?

Daha henüz bir şey yok üzerine konuşabileceğim; şu olur, bu olur; şu senaryo olur, bu senaryo olur…

– Hayırlısı olsun. Cioran’ın bir sözü var: “nihai dersleri ancak sanat dışında yaşayanlar çıkarabilirler. İntihar, azizlik, kötü alışkanlık- yetenek yoksunluğunun nice biçimi. İster doğrudan ister kılık değiştirmiş, söz, ses ya da renk aracılığıyla yapılan itiraf, iç kuvvetlerin birikmelerini durdurur ve dışarının dünyasına atarak bu kuvvetleri zayıflatır. Her yaratma fiilini bir kaçış etkeni haline getiren kurtarıcı bir azalmadır bu. Fakat enerjilerini biriktiren kişi, baskı altında, kendi aşırılıklarının kölesi olarak yaşar; mutlak içinde batmasını hiçbir şey engellemez…” Sizin itirafınız önceleri şiirleydi. şimdiyse sinema. Öncelikle şiir yazmaya devam ediyor musunuz? Sonra da bu iki sanatın sizce neden yakın durduğunu öğrenmek isterim?

Valla, bir şair gibi şiir yazmıyorum, yani yazamıyorum. Çünkü şiire tüm hayatınızı vermeniz gerekir. şiir boşluk kabul etmez. Ama karaladığım şeyler de yok değil. Öyle söyleyeyim. Filmle ilgili, sinemayla ilgili süreçte her zaman şiir benim için bir üretme yöntemi olarak başvurduğum bir bilgi. Şiir bütün sanatların özünde yer alan bir şey. Şiir bizi nesneyle, zamanla, mekânla ilişkilendirir. Yani şiirin süzgecinden geçmemiş bir yapıt bence her zaman bir eksikliği barındırır içinde. Yani bu görsel sanatlar da olabilir, edebiyat da olabilir. Şiir ön koşullardan biridir. Yani dünyayı anlamak için, verili dili kırması hasebiyle aslında dile karşı bir yapıdır şiir.

– Dile karşı gelen bir yapı… Yani bunu düzyazıya…

Aslında sözcükler bizim anlaşmamızı sağlayacak şeyler değil. Sözcükler iletişime yaramazlar. İletişim üstü bir şeydir sözcükler. İletişimin, algının olmadığı yerde şiir devreye giriyor.

– Yani şiir dili gerçek dilden bir kaçış ise sizin sinemanızın dili de gerçek dilden bir kaçıştır.

Hayır, böyle yorumlayamayız. Bu yanlış bir yorum. Ben “gerçek” diye bir kelime kullanmıyorum. Yani bunu böyle yorumlarsanız yanılırsınız.

– “Gerçek” derken, ben bizim algıladığımız gerçekten bahsediyorum.

Şimdi terminolojiyi doğru kullanmamız lazım. Yani ben algıdan da bahsetmedim, gerçekten de bahsetmedim. Ben dilden bahsettim. İletişim dilinden bahsediyorum, insanların kurduğu dilden bahsediyorum. Şimdi konuştuğumuz dilden bahsediyorum. Farkındaysanız sinemamda çok az konuştururum. Ben de çok fazla konuşmayı seven biri değilim. Gördüğünüz gibi şu anda zaten anlaşılmazlık başlıyor. Siz kendiniz “gerçek” diyorsunuz. Halbuki ben gerçeğin adını anmadım. Bir de şu yaptığınız alıntıyı ben hiç anlamadım. Hiçbir şey anlamadım alıntıdan. Ve Cioran’ı hiç sevmem.

– Çok melankolik mi buluyorsunuz?

Hayır, onun nihilizmini hiç sevmiyorum. Yani bu sorunuz ondan temellendiği için bağlantı kuramıyoruz sizinle. Yani… (Burada Semih Kaplanoğlu nefesini tutup bekliyor. Susuyor.)

– Anladım. Diğer sorumuza geçelim. Kısa süreliğine de olsa Ece Ayhan ile aynı evi paylaştığınızı, bir zamanlar edebiyat dergilerinde şiir yayımladığınızı biliyorum. şiirle yoğun olarak hemhal olduğunuz o yıllarda en çok etkilendiğiniz, takip etiğiniz şair kimdi?

İkinci Yeni’yi yoğun olarak takip ettim. modern Türk şiirini diyelim; bir ucu Yahya Kemal’e ve Ahmet Hamdi Tanpınar’a diğeri Ahmet Hâşim’e değen bir tarafıyla da Edip Cansever, Turgut Uyar’a eklemlenen o şiiri takip ettim. Özellikle İlhan Berk, Ece Ayhan, Behçet necatigil, Sezai Karakoç gibi şairle-ri yoğun okudum, etkilendim. Hâlâ da okuyorum. O şairlerden hem şiirle ilgili bir zevk hem de bir okuma ve öğrenme yönü kazandım. Öte yandan o tarihlerde çok gençken, yirmili yaşların başındayken onlarla tanışmış olmam, -Ece ağabeyle ve diğerleriyle- beni etkilemiştir. Onların ortaya koyduğu ahlaklı yaşama, hayatla kurdukları bağlantı ve eserlerinde yaptıkları şeyler bir tutarlılık içinde oluyordu. Sadece şiir yaparkenki tutumları değil, hayatı yaşarkenki tutumları da önemli bir değerdi.

– Siz söylerken kafama bir soru takıldı: Ece Ayhan’ın bazı durumlarını anlatan kitaplar var. Bunlarda Ece Ayhan sizin bahsettiğiniz gibi tutarlı bir hayat yaşamadığını biliyorum ben.

Tutarlılıktan ne anlıyorsunuz siz?

– Tutarlı derken, iki gün sevdiği bir insana üçüncü gün savaş açabilen bir insanmış. Biz öyle duyduk.

Öyle duymuşsunuz ama mesela bunda karşı tarafın da hataları olabilir. Ece, zor bir adamdı. Benim tutarlılıktan kastım şudur: Kendi şiiri ile kendi hayatı arasında görülmez bir şekilde tutarlılık var.

– Cahit Zarifoğlu’nda da olan bir şeydir.

İnsan ilişkisi çok başka. Bu ilişki tek yönlü değildir. Ece çok duyarlı, insan gibi insan olan bir insandı. Haksızlıklara, sadece kendisine yapılmış değil bir başkasına yöneltilen haksızlığa da tepki gösterirdi ve davranışlarında insanlığı, “ahlakı” gözetirdi.


(Küçük bir kısmını yayınladığımız söyleşinin devamını 8. sayımızda okuyabilirsiniz.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder